Hindistan ve Pakistan, 2 nükleer güç arasında dün gece itibariyle çatışma başladı. Nükleer silahlara sahip olmaları ise krizin boyutu hakkında endişelendirdi.

Hindistan ile Pakistan arasındaki gerilim yeniden tırmanırken, iki ülkenin nükleer cephaneliği ve askeri doktrinleri, olası bir çatışmanın sonuçlarının sadece bölgesel değil, küresel ölçekte yıkıcı olabileceğini gösteriyor. Diplomatik yolların giderek daraldığı bu süreçte, tarafların nükleer kapasite geliştirme yarışındaki son durumları ve doktrin farklılıkları, krizin ciddiyetini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Nükleer Cephanelikler ve Doktrin Farklılıkları

Pakistan, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) dışında kalarak, 2022 itibarıyla yaklaşık 170 nükleer savaş başlığına sahip olduğu düşünülen bir cephanelik geliştirmiştir. Bu sayı, ABD Savunma İstihbarat Ajansı'nın 1999’daki tahminlerinin çok ötesine geçmiş durumda. Pakistan’ın nükleer doktrini, Hindistan’ın konvansiyonel askeri üstünlüğüne karşı caydırıcılığı esas alırken, İlk Kullanım Yok (NFU) politikasına bağlı değildir. Aksine, daha küçük ve hedefe yönelik “taktik nükleer silahlar”a yönelerek düşük eşikli bir nükleer angajman ihtimalini artırmaktadır. Nükleer başlıkların füzelerden ayrı olarak depolandığı, yalnızca kullanılacağı zaman monte edildiği bilgisi ise güvenlik önlemlerine işaret etse de, bu durum kullanım kararının hızla verilebileceği anlamına da gelebilir.

Hindistan ise yaklaşık 164 nükleer savaş başlığına sahiptir ve nükleer üçlü kapasiteye – kara, deniz ve hava temelli fırlatma sistemlerine – ulaşmış bir devlettir. Uzun yıllar boyunca benimsediği İlk Kullanım Yok politikasını 2019’da gözden geçirdiğini açıklaması, özellikle kriz dönemlerinde belirsizliği artırmaktadır. Bu da nükleer caydırıcılığın istikrarsız bir zemine oturmasına neden olmaktadır.

Bölgesel Rekabetin Yarattığı Küresel Tehdit

Pakistan’ın nükleer programı, büyük ölçüde Hindistan’ın 1974’te gerçekleştirdiği ilk nükleer deneme sonrasında şekillenmiştir. Bu iki ülke arasında yaşanan askeri ve diplomatik gerilimler, nükleer yarışın temel itici gücü olmayı sürdürmektedir. Bugün Pakistan’ın cephaneliği hızla büyümekte ve 2025’e kadar 220-250 savaş başlığına ulaşabileceği öngörülmektedir.

Ancak asıl endişe verici olan, bu cephaneliklerin varlığı değil; olası bir çatışmada kullanılma riskidir. Araştırmalara göre Hindistan ile Pakistan arasında yaşanacak “küçük ölçekli” bir nükleer savaş bile bir hafta içinde 20 milyon insanın ölümüne, küresel ölçekte ise “nükleer kış” tetiklenerek yaklaşık 2 milyar insanın açlık riskiyle karşı karşıya kalmasına” yol açabilir.

Jeopolitik Dinamikler: Çin ve ABD Faktörü

Bölgedeki nükleer tansiyonun bir başka yönü de küresel güç dengeleriyle ilişkilidir. Çin’in Pakistan’a verdiği stratejik destek ve Hindistan’ın son yıllarda ABD ile geliştirdiği askeri ortaklık, bu iki ülke arasındaki gerilimi yalnızca ikili bir mesele olmaktan çıkarıp büyük güçler rekabetinin bir cephesi haline getirmiştir. Bu denklemde yapılacak herhangi bir hata, sadece Güney Asya’nın değil, dünyanın güvenliğini tehdit edebilir. Hindistan ile Pakistan arasında yaşanacak olası bir nükleer çatışmanın bedeli, sadece bölge halkları için değil, tüm insanlık için ağır olacaktır. Bu nedenle uluslararası toplumun, özellikle BM, ABD, Çin ve bölgesel örgütlerin, krizin büyümesini engelleyecek diplomatik girişimleri acilen devreye sokması gerekmektedir.