Türk Medeni Kanunu’na göre boşanma sonrası yoksulluğa düşecek eş, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla diğer eşten süresiz nafaka talep etme hakkına sahip olmakla birlikte tartışmalar sürmektedir.
Türk Medeni Kanunu’na göre boşanma halinde yoksulluğa düşecek eş, kusuru daha ağır olmamak kaydıyla diğer eşten süresiz şekilde nafaka talep edebilmektedir. Ancak özellikle son yıllarda, 1988 yılından beri uygulanan süresiz nafaka uygulaması tartışma yaratmakta olup hukuki reform ihtiyacı doğurmuştur. Süresiz nafaka uygulaması, Anayasa'nın temel haklara ilişkin ölçülülük, orantılılık, öngörülebilirlik ilkeleri bakımından ciddi sorunlar yaratmakla beraber, mülkiyet hakkı ve ekonomik özgürlük kavramları konusunda da tartışmalı bir durum teşkil etmektedir.
Mevzuat, nafakanın başlangıcını ve şartlarını açıkça düzenlemekle birlikte, süresine ilişkin herhangi bir sınırlama getirmemiştir. Bu durum, boşanma sonrasında tarafların değişen -ekonomik ve sosyal- koşullarına rağmen, nafaka yükümlülüğünün devam etmesine sebep olabilmektedir. Ancak TMK m. 176/3 hükmü gereği, nafaka yükümlüsünün sosyal ve ekonomik durumundaki önemli değişiklikler mahkemeye başvurularak nafakanın kaldırılması veya azaltılması için kullanılabilmektedir. Uygulamada ise bu tür davalar zaman alıcı, maliyetli ve çoğu zaman psikolojik olarak yıpratıcı süreçler olmakla beraber, üstelik bu davalarda değişikliğin mevcudiyetinin ispatı da güçlük arz ettiği yadsınamaz bir gerçektir.
Süresiz nafaka, özellikle kısa süreli evliliklerde taraflar arasında ciddi bir dengesizliğe yol açmaktadır. Birkaç yıl süren bir evlilik sonrası yıllar boyu devam eden nafaka ödemeleri, sadece borçlu taraf açısından değil, genel hukuk düzeni bakımından da adalet algısını zedelemektedir.
Buna karşılık, kadın örgütleri ve bazı hukukçular, Türkiye’de kadınların iş gücüne katılım oranının düşük olduğu ve boşanma sonrasında kadınların ciddi bir ekonomik riskle karşı karşıya kaldıkları gerçeğine dikkat çekerek, nafakanın kadınlar için yalnızca maddi bir destek değil, aynı zamanda yıllarca süren görünmeyen emeğin sembolik bir telafisi olarak süresiz nafaka uygulamasının korunması gerektiğini savunmaktadır. Bu yüzden nafaka uygulaması regüle edilirken, “kadınların neden daha az kazandığı” ve “neden yoksulluğa daha açık oldukları” sorularının mutlaka masada olması gerektiği, gerçek bir adaletin yalnızca şekilsel bir eşitlikle değil, toplumsal koşulların farkında olmakla mümkün olabileceği gerçeğinin altını çizmektedir.
Süresiz nafaka uygulamasına ilişkin Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulan komisyon 2025 başı itibarıyla hala taslak üzerinde çalışmakta olup çözüm önerileri arasında; evlilik süresi, tarafların ekonomik durumları, müşterek çocuklarının olup olmamasına bağlı olarak nafaka süresinin belirlenmesi, belirli aralıklarla nafaka yükümlülüğünün yeniden değerlendirilmesine ilişkin düzenlemeler yapılmaktadır. Bu sayede hem boşanma sonrası yoksulluğun önlenmesi hem de nafaka yükümlülerinin öngörülebilir ve adil bir hukuki çerçeve içinde hareket etmesi amaçlanmaktadır.
Unutulmaması gereken önemli bir sorun ise yapılacak düzenlemelerin sadece yeni boşanacaklar için mi olduğu, yoksa mevcut süresiz nafaka yükümlülerini de kapsayıp kapsamayacağıdır. Kanunların Geriye Yürümezliği İlkesi ve Sosyal Hukuk Devleti İlkesi ışığında değerlendirilip müzakere edilmesi gerekmekte olan önemli bir husustur.
Sonuç olarak, nafaka hukukunda yapılacak düzenlemeler, bireysel durumları ve toplumsal yapıyı dikkate alan, ölçülü ve dengeli bir yaklaşım üzerine inşa edilmelidir. Hukuk, taraflardan yalnızca birinin değil, her iki tarafın da makul menfaatlerini korumalıdır.