Dünya

Hindistan ve Pakistan arasında savaş 2-4 gün içinde başlayabilir! “Her tarafta kan akacak.”

Cammu-Keşmir bölgesinde 22 Nisan 2025’te yaşanan ve 26 kişinin hayatını kaybettiği geniş çaplı saldırı, Hindistan ile Pakistan arasındaki zaten kırılgan olan ilişkileri bir kez daha uçurumun eşiğine getirdi.

Pakistan merkezli Lashkar-e-Taiba’nın uzantısı The Resistance Front (TRF) tarafından üstlenilen bu saldırı, sadece sivilleri hedef almasıyla değil, aynı zamanda iki nükleer güç arasında savaş çanlarının çalınmasına neden olmasıyla da dikkat çekiyor. Pakistan Savunma Bakanı Khavaja Muhammed Asıf’in 28 Nisan'da yaptığı“savaş an meselesi” açıklaması ve nükleer silahların kullanılabileceği tehdidi, bölgedeki gerilimin ne denli tehlikeli bir boyuta ulaştığını gösteriyor. Çin ve ABD taraflarından destek açıklamaları gelirken, bütün dünyanın aklında tek bir soru var: Keşmir sorunu bir kez daha iki ülkeyi topyekûn bir çatışmaya mı sürükleyecek?

Hem Pakistan'ın hem de Hindistan'ın Müslümanların çoğunlukta olduğu Keşmir kentinde hak iddia etmesi, iki ülkeyi birçok defa savaşın eşiğine getirmişti. Keşmir’deki saldırıyı geçmiştekilerden ayıran en çarpıcı unsur, doğrudan sivillerin hedef alınması oldu. Daha önce 2016’daki Uri ve 2019’daki Pulwama saldırıları gibi olaylar, askeri hedeflere odaklanırken Phalgam’daki bu katliam, çoğu Hindu turistlerden oluşan 26 kişinin ölümüyle sonuçlandı. Hindistan’da Hindu milliyetçisi kesimlerin öfkesini körükleyen saldırı, Müslüman topluluklara yönelik ayrımcılık ve baskının artması riskini de beraberinde getirdi. Saldırının turizm odaklı bir bölgede gerçekleşmesi, Keşmir halkının ekonomik geçim kaynaklarına darbe vururken, Hindistan’daki Müslüman öğrencilere ve sivillere yönelik birçok tehdidi de beraberinde getirdi. Pakistan Demiryolları Bakanı Hanif Abbasi’nin “130 nükleer savaş başlığı Hindistan için hazır” açıklaması, tırmanan gerilimin ne denli tehlikeli bir hal aldığını gözler önüne seriyor.

Keşmir sorunu, 1947’den beri Hindistan ve Pakistan arasındaki en büyük anlaşmazlık kaynağı. Bölgenin %43’ünü kontrol eden Hindistan, %37’sini elinde tutan Pakistan ve %20’sini yöneten Çin, bu stratejik bölgede kendi çıkarlarını koruma peşinde. Hindistan, Keşmir’deki ayrılıkçı grupları Pakistan’ın desteklediğini iddia ederken, Pakistan, Belucistan’daki isyancıların Hindistan tarafından finanse edildiğini öne sürüyor. Bu karşılıklı suçlamalar, sorunun çözümünü neredeyse imkânsız hale getiriyor.

Hindistan’ın iddiasına göre, saldırıyı gerçekleştiren teröristlerden ikisi Pakistanlı. Pakistan ise bu suçlamaları reddederek olayın bir “sahte bayrak operasyonu” (gerçek sorumluluğu gizleme ve suçu başka bir tarafa atma amacıyla yapılan bir eylem) olduğunu öne sürüyor. Bu itham, Hindistan’ın kendi iç politik çıkarları için böyle bir saldırıya göz yumduğu ya da düzenlediği gibi ağır bir suçlamayı içeriyor. Pakistan Savunma Bakanı Asıf’in Sky News’e verdiği demeçte, ülkesinin geçmişte Batı adına “kirli işler” yaptığını itiraf etmesi, tartışmaları daha da alevlendirdi. Pakistan'ın, ABD adına terör örgütlerini desteklediğini öne sürmesi, coğrafya üzerinde oynanan bir oyunu anladığı ihtimalini akıllara getirirken, Çin'den alınan desteklerin yanı sıra bu oyun devam edecek mi, yoksa Keşmir sorunu için bir aksiyon mu alacak soruları karşımıza çıkıyor.

Hindistan'dan Sert Yanıt Gecikmedi

Yeni Delhi'nin saldırıya yanıtı, beklendiği üzere sert oldu. Attari-Wagah sınır kapısının kapatılması, Pakistan vatandaşlarının vizelerinin iptali ve diplomatik ilişkilerin dondurulması gibi adımlar, iki ülke arasında sıkça görülen diplomatik restleşmelerin bir parçası. Ancak asıl dönüm noktası, Hindistan’ın 1960 tarihli Indus Suları Anlaşması’nı askıya alma kararı. Bu anlaşma, Indus Nehri ve kollarının iki ülke arasındaki paylaşımını düzenleyen, bugüne dek meydana gelen iki savaşta bile dokunulmamış bir belge. Hindistan’ın bu hamlesi, Pakistan’ın su kaynaklarına bağımlı ekonomisi ve tarımı için hayati bir tehdit oluşturuyor. Pakistan’ın buna cevaben Şimla Anlaşması’nı askıya alması ve hava sahasını Hindistan’a kapatması, gerilimin sadece diplomatik değil, stratejik bir boyuta taşındığını gözler önüne seriyor. Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin Hindu milliyetçisi tabanının beklentileri ve yaklaşan seçimler, sert bir yanıt verilmesini kaçınılmaz kılıyor. Modi’nin “teröristleri dünyanın sonuna kadar takip edeceğiz” söylemi, sınır ötesi bir hava harekâtı ya da daha geniş çaplı bir askeri operasyon ihtimalini güçlendirir nitelikte.

Keşmir Küresel Güçlerin Başka Bir Satranç Tahtası mı Olacak?

Nükleer silahların gölgesinde yapılan açıklamalar uluslararası toplumu alarma geçirirken, ABD’nin Hindistan’a destek mesajları ve Çin’in itidal çağrıları, küresel güçlerin bölgedeki etkilerini gözler önüne seriyor. Nitekim ABD'nin Çin'in ekonomik ve küresel ilerleyişinin önünü kesme hedefi yeni bir durum değil. Daha önce Afganistan'da askeri güç kullanan ABD için kendinden uzak bir coğrafyada askeri olarak bulunmak da keza öyle. Ancak Hin-Pasifik coğrafyasında Çin yerine ABD'yi tercih eden bir ülke olarak Hindistan dikkatleri çok daha fazla üzerine çekiyor. Konunun dini boyutu bir yana dursun, iki küresel güç olan ABD ve Çin'in bu coğrafyada karşı karşıya gelmesi an meselesi. Nitekim Keşmir anlaşmazlığının tarihselliği de burayı adeta bir ateş çemberinin ortasında bırakıyor. Birleşmiş Milletler’in “azami itidal” talebi ise, iki nükleer güç arasındaki gerilimin küresel bir felakete yol açma potansiyeline değiniyor. İran-İsrail-ABD üçlüsü gerilimi devam ederken Orta Asya'nın göbeğinde böyle bir gerilimin tırmanması ise zamanlamasıyla manidar.

Türkiye'nin Pakistan'a Yardım Gönderdiği İddiası

Türkiye, Pakistan ile tarihi ve kültürel bağları nedeniyle bu gerilimde dikkatle izlenen bir aktör. Saldırı günü Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif’in Türkiye’de olması ve savunma alanında iş birliği vurgusu, iki ülke arasındaki yakınlığı bir kez daha ortaya koydu. Ancak çeşitli sosyal medya platformlarında yayılan, Türkiye’nin Pakistan’a silah ve mühimmat gönderdiği iddiaları, Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından yalanlandı.

Milli Savunma Bakanlığı ise (MSB), bazı basın yayın organlarında yer alan "Türkiye'nin Pakistan'a 6 uçak dolusu silah gönderdiği" iddiasının doğru olmadığını bildirdi. Yapılan açıklamada şunlar kaydedildi:

"Bazı basın yayın organlarında yer alan, 'Türkiye, Pakistan'a 6 uçak dolusu silah gönderdi' iddiası doğru değildir. Türkiye'den hareket eden bir adet nakliye uçağı yakıt ikmali sebebiyle Pakistan'a iniş yapmıştır. Ardından belirlenen rotasında hareketine devam etmiştir. Yetkili kişi ve kurumların açıklamaları dışında yapılan spekülatif haberlere itibar edilmemelidir."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise "Dost ve kardeş ülke Pakistan'ın yanındayız" diyerek,

“Kardeş Pakistan halkına olan güçlü desteğimizi tekrar teyit ettik. Türkiye olarak bölgemizde ve ötesinde yeni çatışmalar istemediğimizi her fırsatta vurguluyoruz. Pakistan ile Hindistan arasında tırmanan gerilimin daha vahim boyutlara evrilmeden bir an önce düşürülmesini arzu ediyoruz. Dışişleri Bakanlığımız ve diğer birimlerimiz süreci yakından izliyor.”

dedi.

Keşmir halkı ise bu gerilimin en büyük mağduru. Turizme dayalı ekonomileri zarar görürken, artan güvenlik önlemleri ve toplumsal baskılar, bölgedeki yaşam koşullarını daha da zorlaştırıyor. Hindistan’daki Müslüman topluluklar da, Hindu milliyetçisi grupların hedefi haline gelme riskiyle karşı karşıya. Modi yönetiminin 2019’daki vatandaşlık yasası ve vakıf yasası gibi Müslüman karşıtı politikaları, bu gerilimin iç politikadaki yansımalarını daha da karmaşık hale getiriyor.

Diplomasi mi Savaş mı? Olası Senaryolar Neler?

Hindistan’ın iç politik dinamikleri, Pakistan’ın ekonomik kırılganlığı ve su kaynaklarının tehdidi gibi meseleler uzun süreli bir savaşı sürdürmesini zorlaştırıyor. Ancak bunlardan en önemlisi Pakistan için su kaynaklarının tehdidi. Pakistan bu durumu “varoluşsal bir mesele” olarak görüyor ve bu, İslamabad’ı adeta köşeye sıkışmış bir aktör haline getiriyor.

En kötü senaryoda, 1999 Kargil Savaşı benzeri, sınır hattında sınırlı bir çatışma yaşanabilir. Ancak nükleer silahların gölgesinde, böyle bir çatışmanın kontrolden çıkma riski her zamankinden yüksek. Daha iyimser bir senaryoda ise, uluslararası arabuluculuk (örneğin, Dünya Bankası veya BM aracılığıyla) ve tarafların iç politik baskılarının hafiflemesiyle, askıya alınan anlaşmalara geri dönülebilir. Geçmişte, iki ülke arasındaki gerilimler genellikle diplomasiyle çözülmüştü, ancak bu kez sivil kayıplar ve din temelli söylemler, uzlaşmayı zorlaştırır nitelikte.