Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesini esas alan bir yönetim biçimidir. Yunanca kökenli olan kelime, "demos" (halk) ve "kratos" (iktidar) sözcüklerinden türetilmiştir; yani "halkın egemenliği" anlamına gelir. Demokrasi, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini koruyarak, yönetimde söz sahibi olmalarını sağlar. Bu sistemde yurttaşlar, seçimler yoluyla temsilcilerini belirler ve yönetim erkini dolaylı yoldan kullanır.

Demokratik sistemlerde hukukun üstünlüğü, çoğulculuk, ifade özgürlüğü, özgür basın, siyasi partiler arasında rekabet ve düzenli seçimler temel unsurlardır. Demokrasi sadece bir oy verme süreci değil; aynı zamanda bir yaşam biçimi, katılım ve denetim kültürüdür. Toplumun farklı kesimlerinin seslerini duyurabilmesi ve karar alma mekanizmalarına katılabilmesi demokrasinin kalitesini belirler.

Modern demokrasiler, genellikle "temsili demokrasi" biçiminde işler. Bu sistemde halk, kendi adına karar alacak temsilcileri belirler. Ancak yer yer doğrudan demokrasi unsurlarına da rastlanabilir; referandumlar buna örnektir. Demokratik toplumlar, bireylerin inanç, düşünce ve ifade özgürlüklerine saygı duyar; azınlık haklarını çoğunluğun tahakkümünden korur.

Adana'da ATM hırsızlığı! Çiftçinin umudu vicdan
Adana'da ATM hırsızlığı! Çiftçinin umudu vicdan
İçeriği Görüntüle

Sonuç olarak demokrasi, yalnızca bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda adalet, eşitlik ve özgürlük ilkeleri etrafında şekillenen bir toplum düzenidir.

Demokrasi Nasıl Ortaya Çıktı?

Demokrasi, tarihsel olarak halkın yönetime katılımını esas alan en eski yönetim biçimlerinden biridir. Ancak bugünkü anlamıyla demokrasi fikri, uzun bir evrim sürecinden geçerek şekillenmiştir. Demokrasinin kökenleri, Antik Yunan’a, özellikle de M.Ö. 5. yüzyıldaki Atina’ya dayanır. Atina demokrasisi, yurttaşların doğrudan katılımıyla işleyen bir sistemdi. Yetişkin erkek yurttaşlar halk meclislerinde toplanır, yasalar yapar ve yöneticileri seçerdi. Kadınlar, köleler ve yabancılar ise bu sürecin dışında tutulurdu.

Atina’daki bu erken demokrasi modeli, sınırlı kapsayıcılığına rağmen halk egemenliği ilkesini ilk kez sistemli biçimde hayata geçirmesi bakımından tarihte önemli bir yere sahiptir. Roma Cumhuriyeti ise daha çok temsili yönetim unsurları barındıran bir sistem kurmuş, cumhuriyet fikrini geliştirmiştir.

Orta Çağ boyunca Avrupa’da demokrasi fikri büyük ölçüde geri planda kalmış, feodal sistemler ve monarşiler egemen olmuştur. Ancak 17. ve 18. yüzyıllarda, özellikle Aydınlanma Çağı ile birlikte birey hakları, halk egemenliği ve özgürlük gibi kavramlar yeniden tartışılmaya başlanmıştır. John Locke, Montesquieu, Rousseau gibi düşünürler, modern demokratik anlayışın temel felsefi dayanaklarını oluşturmuşlardır.

Bu düşünsel gelişmeler, 1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi gibi büyük siyasi olaylarla somutlaşmıştır. Her iki devrim de halkın yönetime katılımını savunan anayasal düzenlerin kurulmasına öncülük etmiştir. Zamanla halkın oy hakkı genişletilmiş, kadınların ve farklı toplumsal sınıfların da siyasi sürece katılımı sağlanarak demokrasinin kapsamı büyütülmüştür.

Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkan işçi sınıfının hak arayışları, sendikalaşma ve sosyal hak talepleri de demokrasinin sosyal boyutunun gelişmesine katkı sağlamıştır. 20. yüzyılda ise dünya genelinde demokrasi, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde daha yaygın bir yönetim modeli haline gelmiştir.