Dünya
Haberler

Avrupa’nın nabzı Türkiye’de atıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ortak basın toplantısında Türkiye’nin AB tam üyelik hedefinin stratejik önemini vurgulayarak, “Avrupa Birliği, irtifa kaybını ancak Türkiye’nin tam üyeliğiyle tersine çevirebilir” dedi.

Zehra ALİGÜL
Son Güncelleme: 15 Mar 2025 10:43
Yayınlanma: 15 Mar 2025 10:08
Okuma Süresi: 15 dakika 53 saniye
Avrupa’nın nabzı Türkiye’de atıyor
Haberi Paylaş

Kendine has tarzı ile göreve geldikten sonra tüm dünyada adeta kasırga estiren ABD Başkanı Donald Trump’ın bu tavrı Avrupa’yı kendine getirmeye yetti. Amerika’sız bir güvenlik şemsiyesi üzerinde harıl harıl çalışan AB liderleri, artan Rus tehdidi ve Amerikan desteğinin bir gün olmayacağı gerçeği karşısında birdenbire Türkiye’yi hatırladı. Bu durumun üzerine Polonya Başbakanı Donald Tusk, Ankara’ya oldukça kritik bir ziyaret düzenledi. ABD’nin Ukrayna’daki savaşın tansiyonunu düşürmek için barış girişimlerinde bulunduğu bir zamana denk gelen bu ziyaretten hemen önce; Suudi Arabistan’da ABD ve Ukrayna arasında yapılan görüşmelerde 30 günlük bir ateşkes önerisi gündeme gelmişti. Kiev, Washington’un önerisine destek vereceğini açıklamış, Rusya ise toprakları içindeki Kursk bölgesine yeniden bir atak yaptıktan hemen sonra anlaşmayı şartlı olarak kabul etmişti. Bu anlaşmanın çerçevesi henüz tam olarak çizilebilmiş değil; ancak Tusk, tam da bu gelişmeler üzerine Ankara’ya gelerek Türkiye’yi büyük ölçüde barış sürecine dâhil etmeye çalışmakta. Zamanlama bu açıdan kritikti: Hem cephedeki çatışmalar bitmeye yüz tutmuşken diplomasiye kapı aralanıyor, hem de Batılı müttefikler Türkiye gibi kilit aktörlerin devreye girmesini istiyor. Ancak Tusk’ın ziyareti sadece Ukrayna ve barış görüşmeleri ekseninde geçmedi: Türkiye’nin bu kırılgan uluslararası konjonktürde kritik öneme haiz bir konumda olduğu, stratejik bölgelere yakınlığı ve çok yönlü diplomasi anlayışıyla bir kez daha doğrulandı. Öyle ki Yeni Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Avrupa’ya yönelik koruma kalkanını kaldıracağı tehdidiyle Avrupa’nın kendi güvenlik şemsiyesini inşa etmek istediği bir süreçte Türkiye, Avrupa güvenlik spektrumu ve NATO şemsiyesi altında kritik önemini korumaya devam ediyor.

İş Birliğinde Önemli Adımlar Atıldı

Tusk’ın ziyareti sırasında Türkiye-Polonya arasında askeri ve stratejik iş birliğini derinleştirecek bir dizi anlaşma imzalandı. İki lider, savunma sanayii ve güvenlik alanlarında yakın iş birliği konusunda iradelerini açıkça ortaya koydu. Özellikle savunma sanayiinde ortak projeler geliştirme ve karşılıklı savunma ekipmanı tedariki konularında iş birliğine gidildi. Nitekim görüşmeler öncesinde Polonya’nın Türkiye’den savunma ekipmanları satın alma planlarının gündemde olduğu basına yansımıştı. Ayrıca Varşova, son yıllarda Türk yapımı Bayraktar TB2 SİHA’larını alan ilk NATO ülkesi olarak Ankara ile savunma ilişkilerini farklı bir seviyeye taşımıştı.

İmzalanan anlaşmaların olası etkilerine baktığımızda, öncelikle iki ülkenin askeri sistemlerinin karşılıklı olarak güçlenmesi gündemde. Polonya, Rusya tehdidine karşı en ön safta yer alan NATO üyelerinden biri olarak, envanterine Türk yapımı yüksek teknolojili ürünler katarak caydırıcılığını artırmayı hedefliyor. Türkiye ise savunma sanayii ürünlerini bir AB ve NATO üyesi ülkesine ihraç ederek hem ekonomik kazanım elde ediyor hem de ittifak içinde stratejik ağırlığını koyma yolunda ilerliyor. Nitekim bu anlaşmaların bir diğer çıktısı da NATO’nun doğu kanadının güçlenmesi olacaktır. Polonya ile Türkiye’nin yakın askeri iş birliği, NATO içinde, ayrıca Avrupa güvenliğine katkı sağlayan bağımsız iş birliklerinin en canlı örneğini oluşturabilir. İki ülke arasındaki savunma ortaklığı ne kadar derinleşirse, ittifakın kolektif güvenlik yapısı da o kadar sağlamlaşacak. Ayrıca, imzalanan anlaşmalar sayesinde Türkiye ve Polonya’nın ortak tatbikatlar, eğitim programları ve istihbarat paylaşımı gibi alanlarda da koordinasyonu artacak ve bu da hem bölgesel hem küresel güvenlik politikalarına olumlu yansıyacak.

Avrupa Savunmasında Türkiye’nin Vazgeçilemez Rolü

Ziyaret, AB-Türkiye ilişkilerinin savunma boyutunu da gündeme taşıdı. Nitekim Polonya, 2025’in ilk yarısında AB Konseyi Dönem Başkanlığı görevini yürütürken Tusk’ın Ankara’ya gelmesi tesadüf değildi. Donald Trump’ın Başkan olarak göreve gelmesinden sonra Ukrayna’ya yardımları kesmesi ve bugüne kadar yaptığı yardımların sözde karşılığını istemesi, AB ülkelerinde bir güvensizliğe neden oldu. Nitekim Polonya Başbakanı Donald Tusk, “500 milyon Avrupalı, 140 milyon Rus’a karşı 300 milyon Amerikalıdan medet umuyor. Avrupa küresel bir güç olduğuna dair inançtan yoksun” cümlelerini sarf ederek hem Avrupa’nın potansiyelini küçümsememesi gerektiğini hem de ABD’nin sürdürülebilir bir müttefik olmadığını vurguluyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ortak basın toplantısında Türkiye’nin AB tam üyelik hedefinin stratejik önemini vurgulayarak, “Avrupa Birliği, irtifa kaybını ancak Türkiye’nin tam üyeliğiyle tersine çevirebilir” dedi. Benzer şekilde Türk Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları, AB’nin küresel güç ve etkisini korumak istiyorsa Türkiye’yi dışarıda bırakmaması gerektiği yönünde. Tusk ise bu bu açıklamalara karşılık, Türkiye’nin AB perspektifini ciddiye almaları için Avrupa içindeki ortaklarıyla çalışacaklarını belirtti. Nitekim Polonya, görüşmelerde Türkiye’nin üyelik sürecinin “artık daha gerçekçi ve elle tutulur olması” gerektiğini dile getirerek adeta Ankara’ya siyasi destek sözü verdi. Ancak Türkiye’nin dondurulmuş üyelik sürecinin üzerine, AB’nin Rus tehdidine karşı Türkiye’nin askeri gücünden faydalanmak isterken Türkiye’yi üyelik dışında tutmaya çalışması ikiyüzlü bir tutum olarak eleştirilebilir. Şu da unutulmamalıdır ki; gerçekten Türkiye, NATO’nun ABD’den sonra en büyük ikinci ordusuna sahip ve savunma sanayiinde giderek daha bağımsız bir aktör olma yolunda ilerliyor. Bu bağlamda Türkiye’nin kapasitesi ve potansiyeli, Avrupa’nın güvenlik mimarisi açısından oldukça değerlidir. Nitekim NATO Genel Sekreteri Mark Rutte de, Avrupa liderlerine Avrupa savunma projelerinden Türkiye gibi NATO müttefiklerini dışlamamaları gerektiğini hatırlattı; aksi takdirde bunun üretimi yavaşlatıp maliyetleri artıracağı uyarısında bulundu. Hatta Rutte, özel bir toplantıda Türkiye’nin kıta güvenliğindeki yeri için “onları oyunun içinde tutmak zorundasınız” cümlelerini sarf ederek AB’yi Ankara ile yıllardır süren üyelik gerginliğini aşmaya çağırdı.

Tüm bunların ışığında, Türkiye’nin Avrupa savunmasında NATO’ya alternatif oluşturması meselesine şöyle bakılabilir: Türkiye aslında NATO’nun ayrılmaz bir parçası olduğu için “alternatif” ifadesi tam oturmasa da, Avrupa’nın NATO veya Amerikan desteği dışındaki savunma arayışlarının Türkiye olmadan başarıya ulaşması zor. AB ülkeleri, olası bir “Avrupa ordusu” veya savunma inisiyatifi kurmak isteseler bile, NATO üyesi olmayan bir Avrupa savunma sistemi pratikte güçlü olmaz; hele ki Türkiye gibi kritik bir askeri güç dışarıda kalırsa. Bu nedenle Türkiye, NATO şemsiyesi altında kalmaya devam ederken bir yandan da Avrupa’nın güvenlik politikalarına entegre edilmeye çalışılıyor. Nitekim Tusk’ın ziyaretinde Türkiye’ye verilen siyasi destek mesajları da bu denklemin parçası olarak yorumlanabilir. Avrupa, Rusya karşısında Türkiye’nin sağladığı savunma katkısına ihtiyaç duyuyor ancak bunun ilerleyen aşamalarda üyelik gibi kurumsal karşılığını vermekte ikircikli bir tutum sergiliyor. Ankara ise bu ikilemin farkında; Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Bakanlık bünyesinde sahip olduğumuz değerler ve bağımsızlık hatırlatılarak AB’nin güvenlik ortaklığı somut kazanımlara dönüştürülmeye çalışılıyor.

NATO’nun Doğu Kanadında İlişkiler Nasıl Seyrediyor?

Türkiye-Polonya görüşmesinin en somut çıktılarından biri, NATO içindeki iş birliği ve özellikle ittifakın doğu kanadının güçlendirilmesi oldu. Polonya, sınır ortaklığı hasebiyle Rus tehdidini en yakından hisseden ülkelerden biri olarak uzun süredir NATO’dan daha fazla askeri varlık ve güvence talep ediyor. 2022’de Ukrayna savaşı patlak verdiğinden bu yana ABD ve NATO, Polonya ve Baltık ülkelerinde askeri varlığını artırdı; nitekim halihazırda Polonya’da yaklaşık 10 bin ABD askeri konuşlanmış durumda. Bu noktada Varşova hükümeti savunma harcamalarını GSYİH’nın %4,7’si ile NATO’da en yüksek orana çıkardı ve bunu %5’e doğru yükseltmeyi planlıyor. ABD’den Abrams tankları, F-35 uçakları, Patriot hava savunma sistemleri; Güney Kore’den K2 tankları, K9 obüsleri ve roket sistemleri gibi devasa alımlar yaparak silahlanıyor. Hatta Polonya Cumhurbaşkanı, Ankara ziyaretinden 1 gün sonra Rusya’ya karşı caydırıcılığı artırmak için NATO’nun nükleer paylaşım programı çerçevesinde ABD’nin nükleer silahlarını Polonya’ya konuşlandırma ihtimalini dahi gündeme getirdi.

Ankara’daki görüşmelerde Polonya tarafı bu beklentilerini dile getirirken, Türkiye’nin tutumu destekleyici ancak kendi dengelerini gözetici oldu. Erdoğan ve Tusk, NATO içinde Türkiye ve Polonya’nın kilit konumlarına dikkat çekti: Biri doğu, diğeri güneydoğu kanadında yer alan ve Avrupa’daki en büyük iki kara ordusuna sahip bu iki müttefik, ittifakın güvenliği için vazgeçilmez görülüyor. Nitekim bu durum, Erdoğan’ın, “ülkelerimiz Avrupa’nın güvenlik ağını kurmada vazgeçilmez role sahip” açıklamalarıyla da örtüştü.

Türkiye NATO’nun güney ve aynı zamanda doğu kanadındaki bir ülke olarak bu noktada tüm ortaklarıyla büyük bir diplomatik trafik yürütüyor. Örneğin, Baltık savunma planlarına geçmişte onay vermesinin yanında, Polonya ve Romanya’daki NATO misyonlarına askeri personel katkısı sunuyor. Ancak Ankara, Moskova ile ilişkilerinde de hassas davranıyor. Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye, Ukrayna’ya Bayraktar SİHA’lar ile destek olup Karadeniz’de tahıl koridoru anlaşması için arabuluculuk yaparken, diğer yandan Rusya’ya yaptırımlara katılmayarak diplomatik kanalları açık tuttu.

Özellikle Erdoğan’ın “Ukrayna’nın ateşkese razı olması olumlu; aynı adımı Rusya’dan da bekliyoruz” şeklindeki sözleri, NATO’nun hedeflediği caydırıcılık ile diplomasinin bir arada yürütülmesi politikasını yansıtıyordu. Sonuç olarak NATO bağlamında, Polonya’nın güvenlik talepleri ile Türkiye’nin denge politikası Ankara’da ortak bir paydada buluştu: “Güçlü bir savunma için dayanışma, barış için diplomasi.”

Ankara’nın bu denge politikası, Türkiye’ye benzersiz bir arabulucu ve kolaylaştırıcı statüsü kazandırdı. NATO içinde hiçbir ülkenin hem Ukrayna hem de Rusya ile Türkiye kadar esnek bir diyaloğu yok; Türkiye, NATO müttefiki kimliğiyle birçok açıdan sahadaki en önemli aktörlerinden biri.

Diğer yandan Türkiye, Avrupa ile savunma ortaklığını geliştirmek istiyor çünkü; içinde bulunduğu coğrafyanın dinamikleri gereği, kendini sadece NATO’nun askeri kanadına hapsetmek istemiyor. Bu çok yönlü diplomasi, Ankara’yı farklı ittifak ve müttefik arayışlarına itiyor. Türkiye’nin uzun süredir dondurulmuş AB üyelik sürecini canlandırmanın yolunun, Avrupa’nın güvenlik ve savunma meselelerinde kilit bir ortak olmaktan geçtiğini düşünerek adımlarını attığı söylenebilir. Bu nedenle son yıllarda Türk savunma sanayii atılımları sadece NATO’ya değil, AB ülkelerine de yöneldi. Örneğin, İtalya ve Fransa ile ortak SAM sistemi projesi (EUROSAM) girişimleri, İspanya ile uçak gemisi projesi, İngiltere ile savaş uçağı motoru geliştirme iş birliği, İtalya ile Baykar Grubunun İHA/SİHA projeleri gibi adımlar hep Türkiye’yi Avrupa savunma ekosistemine yaklaştırma amacını taşıyordu. Polonya ile yapılan SİHA anlaşması da aynı şekilde, Türkiye’nin yüksek teknolojili savunma ürünleriyle Avrupa güvenliğine katkı yapabileceğinin altını çizdi.

Nitekim Ankara, bir yandan NATO içerisinde ABD ve Polonya gibi müttefiklerle beraber Ukrayna’ya destek çıkıp Rusya’yı dengelemeye çalışırken, öte yandan Moskova ile açık hatlar bırakarak gerektiğinde Karadeniz Tahıl Anlaşması gibi arabuluculuk yapabiliyor. Yine Orta Doğu’da Suriye ve Libya gibi krizlerde Rusya ile doğrudan karşı karşıya geldiği, hatta vekil güçler vasıtasıyla çatıştığı halde Moskova ile iletişim kanalları açık olan tek NATO ülkesi konumunda. Öyle ki Tusk ile görüşmede Suriye’nin istikrara kavuşturulması konusunda birlikte çalışma vurgusu yapılması, Türkiye’nin sadece kendi bölgesinde değil; komşu coğrafyalardaki güvenlik için de aksiyon almaya hazır olduğunun bir göstergesi. Türkiye, çok yönlü dış politikasıyla kendini vazgeçilmez kılma stratejisi izliyor: “Bensiz masada sonuç alamazsınız” mesajını hem Washington’a hem Brüksel’e veriyor. Bu sayede, kendi çıkarlarını korurken küresel ve bölgesel güvenlik mimarisinde söz sahibi olma yolunda adım adım ilerliyor. Ziyaret sonrası yapılan açıklamalarda Erdoğan’ın “600 yıllık güçlü geleneklere dayanan stratejik ortaklık” vurgusu ve Tusk’ın “Türkiye’ye Avrupa’da hak ettiği yeri kazandırmak için çalışacağız” minvalindeki sözleri, bu karşılıklı anlayışın en büyük örneğidir.

Rusya Görüşmelerden Memnun Değil

Rusya, Türkiye’yi kendi perspektifinden “ayrıcalıklı” bir partner olarak görmeye çalıştı savaş boyunca. Erdoğan ile Putin arasındaki diyaloğa önem verdi; enerji, ticaret ve savunma (S-400 alımı gibi) konularında Türkiye’yi Batı’dan bağımsızlaştırma hamleleri yaptı. Bu sayede Ankara’nın NATO içindeki özel konumundan faydalanabileceğini umdu. Ancak Polonya gibi kararlı bir Rus karşıtı ülkenin, Türkiye’yi yanına alarak barış sürecinde inisiyatif alması, Moskova’yı rahatsız etti. Kremlin sözcüsü Dmitri Peskov, Erdoğan-Tusk görüşmesi sonrası isim vermeden “barış girişimleri samimi ve tarafsız olmalı” diye açıklama yaparak, Polonya’nın tarafsız olmayacağını ima etti. Moskova’ya göre Polonya, Ukrayna’ya en sert destek veren ülkelerden biri ve onun bulunduğu herhangi bir denklemde barış görüşmeleri Rusya’nın çıkarlarına hizmet etmeyecektir. Türkiye’nin arabuluculuğu ise Rusya için ikilem yaratıyor: Bir yandan Ankara’ya kapıları kapatırsa elindeki belki de tek ciddi arabulucuyu kaybedecek, öte yandan Türkiye’nin Batı ile çok yakın konumlanması durumunda kendi manevra alanı daralacak. Suriye’de Esad rejimin devrilmesi süreci ve sonrasında, ülkede İran ve Rusya’nın etkisinin kırılmasıyla beraber Türkiye’nin yeni Şam rejimi nezdinde başat aktöre çevrilmesi; Rus basınında “Türkiye bizi arkadan hançerledi” şeklinde yorumlara sebep olsa da Kremlin resmi açıklamalarında Ankara’ya karşı hep dikkatli bir dil kullanmayı tercih etti.

Bu sebeple Rusya, Türkiye’nin rolüne doğrudan karşı çıkmamaya özen gösteriyor. Hatta Erdoğan’ın “adil bir barış” söylemine kamuoyu önünde itiraz etmiyor, “Türkiye’nin barış çabalarını memnuniyetle karşılıyoruz” gibi diplomatik cümleler kuruyorlar. Fakat kapalı kapılar ardında Moskova’nın endişesi şu: Türkiye, Polonya ve ABD ortak zeminde buluşup Rusya’yı sıkıştıracak bir plan geliştirirse Kremlin’in seçenekleri azalabilir.

Günün sonunda Avrupa güvenlik şemsiyesinin önemli bir ülkesi olan Polonya’nın bu kritik süreçte Başbakan düzeyinde Türkiye’yi ziyaret etmesi, ziyaret esnasında savunma sanayii başta olmak üzere çok sayıda stratejik anlaşmalara imza atılması ve verilen mesajlar açısından bakıldığında son derece verimli bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Polonya Başbakanı Donald Tusk, Ankara’dan ülkesine dönerken beraberinde Avrupa’ya sadece imzaladığı anlaşmaları değil hem de aynı zamanda AB üyesi ortaklarına Türkiye’siz bir Avrupa’nın olamayacağını; üstelik Avrupa’nın kendi ayakları üzerine kalkarak Türkiye olmadan bir güvenlik şemsiyesi inşa edemeyeceği gerçeğini de götürmüştür. İster NATO şemsiyesi altında ister yeni bir Avrupa inisiyatifiyle olsun, kıtanın savunma hesaplarında Türkiye kilit bir oyuncu ve aynı zamanda oyun kurucu olarak kalmaya devam edecektir.

  • Bunu Beğenmedim%0
  • Ha-ha%0
  • Şaşırtıcı%0
  • Üzücü%0
  • Öfke Uyandırıyor%0

Görüşünüzü Yazın

Aklınızdan neler geçiyor?
İlk yorum yapan siz olun
ÜST
Paylaş
KİM KİMDİR?TARİHTE O AN